Din ve Mitolojide Deniz
Tufan kelimesi suları tehlikeli bir metafora dönüştürür. Su boğar, deniz gemileri batırır, kurtuluşu yoktur, insanoğlunun. O halde Nuhun Gemisine atmalı kendisini. Gemide emniyette mi, peki? O da şüpheli.
Semitik dinler suya/denize olumsuz anlamlar yükler. Musa kavmi için mucize gösterir, suları ikiye yarar. Onları öldürmek için gelen firavun, Kızıldeniz’de boğulur. Denizi geçebilmek ancak mucize eseridir. Zaten Yunus da cezasını denizde balıklara yutulmakla çekmiştir. Her ne kadar Tanrının inayeti ve lütfuyla kıyıya atılsa da. İbret ve mucize içiçe, müminlere denizden uzak durun, ihtarının simgesidir.
Kuran-ı Kerim’de ‘Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: «Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız» diye Allah’a yalvarırlar. " (Yunus suresi 22. Ayet)
Dinler emniyetli bir gemide iseniz, denizin üstünden yolcu olarak geçiniz ve Tanrıya yalvarmayı ihmal etmeyiniz ibretleri ile uyarır insanları. Bu dağarcık nedeniyle “karada ölüm yok” sözü vardır, Türkçemizde. Denizde her an ölümle burun buruna çünkü. Karaya ayak basınca altınızda sarsılmaz toprak, cilve ile sizi kendine çağıran ve boğmak için zaptedilmez bir istek duyan deniz gibi değildir. Kıyıdan ulaştığınız da karaya, endişeli çocukları güvenle bağrına basan anasına kavuşmuş olur yolcular.
Yalvar Kul Tanrıya Yalvar
Mitoloji’de gökyüzü Zeus'a, denizler Poseidon'a, yeraltı da Hades'e düşer. Yeraltı cehennem, ölülerin mekânı ve karanlıktır. Poseidon "Ey Yerleri Sarsan" veya "Kara saçlı" Tanrı olarak da çağrılır. En önemli silahı Trident denen üç dişli bir yabadır ve bu yabayı yere vurduğunda depremler meydana gelir. Poseidon hırs ve gücü temsil eder. Poseidon'un hırsı yüzünden sular altında yok olmuştur Atlantis. İnsanlığa bu tehdidi sürekli hatırlatır deniz.
Poseidon, denizin dibindeki görkemli sarayından çıktığında, denizatlarının çektiği altın arabasına binerek denizleri dolaşır, fırtınalar yaratır. Denizciler güvenli bir yolculuk için ona yakarmak zorundalar. Tanrılara yalvarmayana denizde güvenlik yoktur ve varmak istediği limana yol bulabilmek ne mümkündür.
Mitoloji ve dinsel kültür denize olumlu bak(a)mazdı yani. Homeros’un Odysseia Destanı da denizlerde on yıl boyunca dolanan Odysseus'un başından geçenleri anlatır. Denizci bir kavmin kralı Odysseus için bile tekin değildir deniz. Sireneler başta olmak üzere, kayalara sürükleyip parçalamak için tehlikeli yaratıklarla doludur.
Klasik çağlarda insanların denizle ilişkisi sınırlıydı. Kıyısında kumsal ile suların buluştuğu yere çıplak ayakla basmak, uzaktan balık tutmak, emniyetli gemilerde (tanrılara duayı unutmadan) yolculuk etmekle başlar ve biterdi.
"Kutsal kitaplar bize, insanın topraktan geldiğini ve tekrar toprak olmak zorunda olduğunu anlatır. Toprak onun anaç zeminidir, buna göre o, toprağın bir oğludur." (C. Schmitt, Deniz ve Kara) Dağ ve orman çocuğu Schmitt, anima'yı, Jung psikolojisine göre anlamış ve yorumlamıştır. Kızının doğumuyla birlikte erkeklerin bilinç dışı "dişil" yönüne, bir anlamda "denize" yönelmiş. Bu nedenle kızlarımız dörtte üçü su olan dünyanın bir su yuvarlağı olduğunu bilirler. ‘Bir içim su’ güzelliğin imgesidir.
Denizaşırı Keşif ve Seyahatler
İngilizler, önce buharlı makine, sonra sanayi devrimi ile parayı bulunca, hayatın tadını yaşamayı murat ettiler. Paranın ardından kültür, bilgi ve aristokrat ilgiler gelmiyorsa, istifçi olursunuz sadece. Para harcanmak için kazanılır. Protestan ahlakı, başkasına zarar vermediği sürece, at yarışlarında eğlenmeyi, kriket oynamayı, denizlerde yüzüp sahillerde lebiderya konutlardan manzarayı seyretmeyi günah görmüyordu. Bu eylemlerde Tanrıları kızdıracak bir yön de bulamazdı rahipler.
Esasen bütün canlılar sudan türemişlerdi. İnsana dair biyolojik keşifler, içinde bir balık olduğunu da gösteriyordu. O halde insanlığın su ve denizle ilişkisi, ana rahmine dönüş demekti bir yerde.
Gerçi Romalılar sıcak suyu daha çok sevmişti. Dünyanın neresinde bir kaynak varsa önce bir köşk önüne havuz yapmıştı. Sıcak bulunca kaplıcalar inşa etmişti. Dünyayı fethedebilirdi ama suya ancak kuşatılmış alanlarda girebilirdi.
Asılırsan İngiliz Sicimi İle Asıl
İngilizler güneş batmayan imparatorluğu sonsuz suları geçerek kurmuşlardı. Evet, ilkleri İspanya’ya, Portekiz’e kaptırmış olabilirlerdi ama dünyayı Kristof Kolomp’un el yordamına bırakamazlardı. Buharlı gemileri, güvenilir pusulaları, sağlam haritaları vardı ellerinin altında. Hatta dünyayı meridyen ve paralellere bölmüş, saniyelik hesaplamalarla, dünyanın ada parselini, paftasını çizmişlerdi.
Deniz ve okyanuslar egemenlik alanını genişletmiş, iktidarlarını pekiştirmişti. O halde denizle ilişkiye yeni bir yön vermek lazımdı. Dalgıçlık, zıpkın avcılığı, denizler altında keşifler heyecan uyandırıyordu Cook’larla. Evet, Denizleraltında 20 bin Fersah’ı Jül Vern yazmış olabilirdi. Fransa'nın Nantes şehrinde doğan, denizcilik geleneği olan bir ailenin çocuğuydu Jül Verne. Küçük bir çocukken gemilerde tayfalık yapmak için evden kaçmıştı ama yakalanıp ailesine teslim edildi. 1847'de hukuk öğrenimi görmesi için Paris'e gönderildi. Okyanusları ve 6 bin metre derinlikleri keşfetme şerefi alındı elinden.
James Cook öyle mi ya? Denizci ve kâşif olarak nam saldı. Özellikle Büyük Okyanus’ta deniz seferleri ve bu seyirlerde yaptığı ada keşifleri ile ünlü oldu. İngiltere’den binlerce mil uzakta, gemilerin lojistik desteği için, bono, poliçe, seyahat çeklerini icat etti. Osmanlı bu gelişmeye taş koymasın diye yeğeni Tahora’yı, Osmanlı din âlimi Ebubekir Efendi ile evlenmeye teşvik etti.
Modernliğin Yazlık Modası
Her yenilikte olduğu gibi denizle ilişkileri çoğaltan İngilizler oldu. Turist ve arkeolog olarak dünyayı gezmek, keşifler ve egzotik ülkeleri tanıtmak gibi. Sonunda deniz, plaj ve yüzmek için kıyılarda yazlıklar oluşturmak, onlarla başladı.
Denizde yüzmeye başlayınca, mayo, bikini, şort, tişört modaları geldi peşinden. Hatta mazbut insanlar için haşema. Haşema da 20.Yüzyıl başında denize giren batılı kadınlardan esinlendi belki de. “Fransız modacı Louis Reard, 4 temmuz 1946 tarihinde Paris'te yaptığı bir defileyle ilk "bikini" yi dünyaya tanıttı. Daha önce püriten ahlak mazbut giysilerle girebiliyordu denize. 1 temmuz 1946 günü ise Amerika Birleşik Devletleri, Pasifik Okyanusu'ndaki Bikini Adası'nda nükleer deneme yapmıştı. İşte Louis Reard yeni icadı bikiniye bu adı verirken insanlığın son bombasına işaret ediyordu."
Osmanlı hısım olduğu İngilizlerle korsanlıkta rekabette geri kalmadı ama denizlerle değişen yeni ilişkileri öğrenmeye yüz vermedi. Bu evlilikte Tahora’ya yüzme izni çıksaydı, kadınlar dâhil bütün ehl-i müslim denizle 200 yıl önce tanışacaktı. O fırsat kaçtı. Ancak parayı bulunca mütesettir otellerde denizle buluşabildi muhafazakar kadınlar.
Cumhuriyetin Sahil Seferberliği
Cumhuriyet döneminde denizle sağlıklı ve içli dışlı ilişki Halikarnas Balıkçısının, Bodrum’a sürgün edilmesi ile başladı. O mübarek insan, dört yanı denizle çevrili, üç denizler hâkimi Osmanlı dönemi boyunca ‘bön bön’ baktığımız sahilleri bir cazibe merkezine dönüştürdü.
İstanbul sosyetesi ve entelektüelleri, milli kültürle fark edilmekle yetinemezdi, artık. Halikarnas Balıkçısı ile ufku genişledi. Mitoloji ile yeni bir ‘üstünlüğün’ hazzına ermek ve denizlerde yüzmek için Bodrum’a akın etti. İstanbul sosyetesinin, sahillerde yazlık modasında öncü oldukları kesin, Türkiye’de. Yoksa Yörükler, Avşarlar, Türkmenler sahil kıyısından yaylalara kaçıyordu yazları. Denizin nemi, sivrisineği ve sıcakları ile ancak böyle baş ediyordu.
Zamanla, sahile komşu narenciye, zeytin bahçeleri define saklıyormuş meğer, koynunda. Tarım alanları arsaya, babadan tevarüs eden tarlalar altına dönüştü. Müteahhitler inşa ettikleri yazlık villalardan kazandıkları paralarla, dövizi füzeye çevirdiler. Bir yelkenli alıp denizlere açılamadı ama mütevazı sitelerde birer yazlık edindi emekliler. Yazlığa gitmek Türkiye’de yeni bir fetih coşkusuna yol verdi. Sahil kasaba ve köylerin nüfusunu yaz aylarında ona katlamaya başladı.
Nefes ve Yüzme Dersleri
Artık denize ulaşmak bir zenginlik ve ayrıcalık. Aydınlar, sanatçılar, düşünürler sahil köylerini kültür merkezleri kıldılar. Artistler, mankenler bikini ile magazin sayfalarında yer buldular kendilerine. O halde kadınlarımız –kızlarımız dahil herkesin yüzme dersleri alarak suya ana kucağına atılır gibi güvenle koşması gerekir, bundan böyle. Türkiye’de yüzme bilmediği için binlerce kişi boğuluyor. Hayat Bilgisi dersinden geçmek için yüzme öğrenmeyi şart koşmak lazım. Bikinili olmak zorunlu değil. Haşema ile de girebilir artık denize.
Parayı bulan muhafazakârlar ayrıcalıklı tesettür otelleri inşa etseler de, denizde yüzmek, hep aynı meşrepte insanları havuzda oyalamak gibi değil. Kulaç, kurbağalama ... vb. birçok yüzme stili var. Ve artık din, dil, cinsiyet, ırk ayrımı yapmadan birbirine hoşgörü ile bakan bir anlayış var, insanlarımızda. Mutaassıp demiyoruz haşemaya, mazbut diyoruz. Bikini ile gözlerimizi kamaştıranlara ise ‘bedenim benimdir’ diyen bir mottoyla özgüveni tavan yapan bir özgürlük ve demokrasi hakkı tanıyoruz. Dişi güzelliğinin ilâhesi Afrodit, deniz dalgalarının köpüğünden yukarı çıkmıştır.
Doğal şartlarda hiç bir canlı denizde boğulmaz. Hayvanlar içgüdüleri ile yüzer ve karşıya selametle ulaşır. Bunun istisnası sadece insan. Kültürel insan boğulmayı aklından çıkarmadığı için boğulur. Normalde vücudumuz kayık gibi suyun üstünde kalmaya meyleder. Kollarımız kürek, ayakları çırparsan motor. İnsan içgüdülerini serbest bırakmadığı için yüzmeyi sonradan öğrenmesi gerekir. Kuzey ülkeleri altı aylık-bir yaşında suya atar evladını, çabalayınca yüzme kendiliğinden başarılır. Avrupa’da yüzme dersleri eğitimin bir konusu. Muhafazakâr Anadolu insanı, yüzme derslerine yollamak istemiyor çocuklarını. Ama bu konuda eğitim sistemi taviz vermiyor. Ailelerin hilafına zorla da olsa öğretiyorlar çocuklara yüzmeyi. Türkiye de zorunlu kılmalı bu dersleri.
Denizler Ölmez
Artık, evlenmek için nikâh memuru önüne gelen çiftlerden, reşit olduğuna dair belgeler yanında yüzme sertifikası da istenmeli. Deniz herkesi güzelleştirir. Kadınları ise tanrıça yapar. Kim kızına prenses, tanrıça demekten kendini alıkoyabilir?
"Madem ki deniz ruhuna sır verdi sesinden/gel kurtul varlığın dar hendesesinden' diyor Yahya Kemal.
İşte kültürel devrim, denizle ilişkimizdeki sağlıklı gelişmelere bağlanacak bundan böyle. Yok, öyle yağma! ‘Yazlık aldım sahilden haydi denize’ demek. Yoksa kızlarımız Ebubekir Efendi ile evlenen Tahora gibi olur. Bir iki yüzyıl daha öylece bakakalırız denize.
Bir an önce denizin tadını çıkarmaya bakalım. Çabuk tutalım elimizi. Yoksa Marmara Denizi öldü diyorlar. Eğer bu haber doğruysa deniz öldürmeyi başarmış bir ülke olarak tarihe geçeceğiz. Yani aslında tarihi bir anı yaşıyor, daha doğrusu tarih yazıyoruz.
Ben bu yazıyla da, denizde balık olma fırsatını kaçırma insanoğlu demek isterdim.
MUSTAFA EVERDİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder