30 Kasım 2020 Pazartesi

Posta

İngilizler “frame” derken biz gayet afili şekilde “posta” demişiz. Gemi inşa literatüründe şöyle geçiyor: “Omurganın üzerine omurgaya dik olacak şekilde yanlara doğru çıkan postalar; teknenin gövde şeklini tanımlayan, enine mukavemetine katkıda bulunan, borda kaplamaları, iç omurga, güverte bağlantıları için destek sağlayan elemanlardır.”

Acaba neden posta dedik?

“Post” sözcüğü Eski İngilizcede “sütun, direk” anlamına geliyor.
por- "forth" (see pro-) + stare "to stand," from PIE root *sta- "to stand, make or be firm."

Yani Pro Hint Avrupa Dilinde “sta” fiilinden yani bir şeyi ayakta tutmak, sağlamlaştırmaktan geliyor.

Tam olarak posta elemanlarının da yaptığı bu.

Sanskritçe: prstham
Avestan: parshti
Yunanca: pastas

Ahşap teknelerde "işçilik postaları" olarak adlandırılan bu elemanlar, yuvarlak karinalı tekneler için iki parçadan oluşur. Doğal olarak eğri ağaçtan olması tercih edilir ancak lamine sistemle eğri görünümün elde edilmesi de mümkündür. V şeklindeki dip yapısına sahip küçük teknelerde ise düz, tek parça halinde postalar yerleştirilir. 

Öncelikle teknenin dip, borda ve güverte yapısı ile gövde şeklinin belirlenebilmesi için endazede belirtilen "dizayn postaları"nın kalıpları çıkarılır. Şeklinin çıkarılması ve omurgaya montajı, tekne yapımının en karışık ve zahmetli işidir. Gövdenin düzgün bir şekil alabilmesi için çok dikkatlice kesimlerinin yapılması ve montaj yerlerinin doğru belirlenmesi gerekir. Kesimleri, birden fazla ahşap parça elde edilecek şekilde geniş ve uzun tomruktan yapılır.

29 Kasım 2020 Pazar

Moitessier Fırtına Taktikleri


Bernard ve Françoise Moitessier’e ait genelde ilgililerin bildiği bir hikâye var ama o kadar güzel ki bütün arkadaşlarımı yakalayıp anlatmak isterdim. Muhtemel ki, benden kaçacaklardır ama yine de anlaması, anlatması ve dinlemesi çok güzel nadir hikâyelerden biri bence.

Bernard Moitessier’in büyük ve ilham verici denizciliği yalnızca deniz üzerine düşünmesi ve denizcilik felsefesi üzerine kafa yormasından kaynaklanmıyor. Sahada devleşen her büyük komutan gibi aynı zamanda denizcilik teorisine de büyük katkılar yapmış. İşte bunlardan birisi de büyük fırtınalarda hayatta kalma taktikleri. Moitessier’in teriyle ve ruhuyla denediği, geliştirdiği bu taktikler bugün açık deniz yelkencilerinin hayatlarını kurtarıyor ve dahası yeni tekne tasarımlarına ve yarış yapılandırmalarına ilham veriyor.

Bu nedir, kısaca ve anlayabildiğim kadarıyla anlatayım.

Bernard Moitessier’in taktiklerine kadar, geleneksel olarak denizcilerin özellikle de açık deniz yelkencilerinin okyanuslarda büyük fırtınalara yakalandıklarında uyguladıkları metot şuydu: çıplak arma ya da sadece fırtına floku ile seyir ve teknenin arkasına halat yedeklemek başka bir anlatımla palamar denilen kalın halatları kıçtan denize salmak ve böylece tekneyi çılgın gibi esnen rüzgârların önünde artan sürtünme oranıyla yavaşlatmak, dalgaların önündeki sahada düz gitmek. Bu sayede aşan dalgalar yükselen teknenin altında geçip gidecek ve dikkatli dümen manevralarıyla da teknenin kıçı düz tutularak dalgaya yanlama ve bunun olası sonucu olan alabora önlenecekti.

Bernard ve eşi Françoise Moitessier 1965 yılında Horn Burnundan geçerken büyük bir fırtınaya yakalandılar. İş kısa bir süre sonra ölüm kalım durumuna döndü. Bernard Moitessier elbette bilinen kuramı hemen uygulamaya başladı ve arkasına halat yedekleyerek doğuya rota tutturdu. Ancak kısa süre sonra bu taktiğin işlenmediğini anladı. Dalgalar giderek daha yükseliyor ve tekneleri Joshua’nın güvertesini denizle dolduruyor, sendelemesi artıyordu. Joshua pruvasını sürekli bir öndeki dalganın içine daldırıyor, çılgınca kayarak baştan kıça taklaya doğru koşuyordu ki bu alabora olmaktan kesinlikle daha ölümcül bir durumdu. 

Bernard Moitessier teknesinin daha fazla dayanamayacağını anladı. Tam o anda gelen dalgayı tesadüfen farklı bir açıdan yakaladı ve çok daha rahat atlattı. İşte Moitessier’in zihninde o anda yanan ışık başka bir denizci olan Vito Dumas’ın yazdıklarını çağırdı. Vito Dumas, Arjantinli bir denizci olarak paha biçilmez Horn Burnu tecrübesine sahipti ve bunları anılarında kaleme almıştı. Dumas, ağır ahşap keç teknesiyle fırtınada halat yedeklemeden dalgaları kıçtan dar bir açıyla alarak yol yapmış ve hayatını kurtarmıştı. 

Moitessier derhal kararını değiştirdi, kıça koşup palamarı kesti ve dümen yekesine yapıştı. Dalgaları kıç omuzluktan 15-20 derece açıyla almaya başladı. Tekne hemen düzelmeye başlamıştı. Bu teknik teknenin dümdüz ileri fırlamasını ya da yandan yakalanmasını önlüyor ve alabora ile başkan kıça taklaya mani oluyordu. İşte şimdi bir umut doğmuştu.

Bernard ve eşi Françoise Moitessier tam altı gün boyunca yirmi dört saat dümenin başından hiç ayrılmadan aynı açıyı tuttular. Birisi soğuk ve fırtınadan tükendiğinde ötekine vardiyayı teslim ediyordu. Sonunda fırtınayı atlattılar. Tekneleri hasar almıştı ama tek parça kalmıştı ve hayatları kurtulmuştu.

Bernard Moitessier bu eşisiz deneyimi kaleme alıp yayımladı. Teknik pratiğin ateşinde sınanmış ve çalışmıştı

Vito Dumas 

Denizciler bu iki cesur ve zorluklarla mücadele etmeyi bir eğlence gibi gören deniz kurduna çok şey borçlular. Elbette Vito Dumas da unutmayalım. 





Kaynak: Derek Lundy, Tanrının Terk Ettiği Deniz, çev. Hülya Leigh, Naviga Yayınları




18 Kasım 2020 Çarşamba

Denizlerin Goroğulları

 


Ve işte Vendee Globe'da Ekvatoru geçiyorlar. İlk geçen Alex Thompson (İngiliz yelkenci) oldu. Derecesi: 9 gün, 23 saat, 59 dk. Thompson 2016’da da ilk geçmiş: 9 gün, 7 saat, 3 dk.

Tekne ve yelken teknolojisinin nasıl geliştiği, koşucuların limitleri nasıl zorladığı buradan belli. 1989’da Titouan Lamazou’un Ekvator derecesi: 17 gün, 12 saat. Dakika o yıllarda ölçülmüyormuş.

Ekvatoru ilk geçmek bu uzun yarışta galibiyeti garantilemiyor. 2000 yılından beri koşulan edisyonlarda ilk geçenler yarışı birinci bitirememiş.

Bu yarışlarda Fransız ve İngiliz ekolünün geleneksel kapışması görülüyor hep. Eski Avrupa'daki bir rivayete göre kader tanrısı karaları Fransızlara, denizleri İngilizlere vermiş. İşte o günden beri Fransızların denizlere olan takıntısı bitmemiş.

Bu yarışlardan bağımsız olarak deniz ve insan üzerine düşünülecek çok şey var. Örneğin bugün bile bir teknenin, geminin denize indirilmesi ya da limandan ayrılması insanları duygulandırıyor. Kutlamalara vesile oluyor. 

Derek Lundy diyor ki, bir gemi karadan ayrılırken ya da suya indirilirken yapılan kutlamalar aslında kökü eskilere dayanan veda törenleridir. Teknelerin ayrılması insanı duygulandırır çünkü sadece son yüz yıl içinde giden geminin büyük ihtimalle sağ salim bir limana varacağını biliyoruz. Örneğin Grönland'ın demir sahilinde karaya vuran Viking denizcilerinin cesetlerini toplamak için işi bu olan görevliler olurmuş. Ya da 1905'de Avrupa'da Amerika'nın batısına Horn'u geçerek giden 130 yelkenliden sadece 52'si tek parça ulaşabilmiş. 

Eski denizcileri limandan uğurlama onlara veda etmek idi. Yüz binlercesi hiç dönmedi.

Peki neden insanlar yaşama ihtimalleri düşük bu maceralara atıldı. İngiltere'de 18. yüzyılda hapishanelerde yaşama ihtimali denizlere göre daha yüksekmiş. Yaşam kalitesi de zindanlarda daha iyiymiş. 

Eski denizcilerle ilgili bütün kayıtlar, anılar ve edebiyatta hep şu var: Denizciler karayı özler ama ayakları toprağa bastıktan bir hafta sonra gözleri o hataları, zayıflıkları affetmeyen yaratan ve kahreden sudadır. Bugünün denizcileri de size aynı şeyi söylerler: aile, eş, evlat ama illa denize dönmeliyim.

Sadece para, ekonomi ya da macera tutkusuyla açıklamaya yetmeyecek bir şey bu.

Acaba insan ana rahmindeki suyu mu özlüyor? Ya da bu bir Köroğlu hikâyesi mi? Köroğlu'nun asıl ismi Goroğlu'dur. Gor eski Türkçede mezar anlamına gelir. En arkaik Goroğlu anlatısında, kahramanın annesi ona hamile iken öldürülür ve gömülür. Goroğlu mezarda anasının karnında doğar, elleriyle toprağı açar ve hayata geri döner. Ölüm hayatı doğurur. Belki de insan aslında bir tabuta benzeyen teknesinde yeniden doğmak istiyor denizlerden.

Tanrı'nın Terk Ettiği Deniz, Derek Lundy, çev. Hülya Leigh, Naviga Yayınları

 "Yaşayanlar, ölüler, bir de denizciler vardır."

Victor Hugo

Vendee Globe yarışı kaba olarak üç bölümden oluşuyor: Atlantik-Güney Okyanusu-Atlantik.

Yelkenciler şimdi kuzeyden güneye doğru iniyorlar. 40. paralele geldiklerinde rotalarını doğuya çevirecekler ve Ümit Burnunu geçerek Horn Burnuna doğru gidecekler. 40-50 ve 60. paraleller boyunca yani Güney Okyanusunda yol alacaklar. Yüzyıllarca denizciler bu enlemlere isimler verdiler: Kükreyen Kırklar, Öfkeli Elliler, Çığlık Atan Altmışlar.

Bu denizler Tanrının terk ettiği sular olarak da bilinir. Rüzgârın şiddeti tahammül sınırlarını zorlar. Dalgalar inanılması zor yüksekliklere tırmanır. Bugüne kadar tespit edilmiş en yüksek dalga 120 feet (yaklaşık 40 metredir). Buz dağları ve balina sürüleri tekneleri sürekli tehdit eder. Eski denizciler buraya "ölü adamın yolu" demişler çünkü asırlarca denizcilerin mezarlığı olmuş. Dünyada herhangi bir kara parçasında en uzak olacağınız mesafe (Antartika'nın Dart Burnu ile Pitcairn Adası arasındaki 1660 millik ara) bu yol üzerindedir ve bu mevkideki bir denizcinin karaya olan uzaklığından daha ötede sadece astronotlar vardır. 

Denizcilerin Güney Okyanusu rüzgar gücüyle aşmaları 6-7 hafta sürer.  En iyiler, en tecrübeliler, en inatçılar tek başlarına bu geçişi yapabilir. Bu sularda ipler doğanın elindedir. Sıklıkla başa gelen bir ölüm kalım anında yapabilecekleri tek şey dayanmak ve ümitlerini kaybetmemektir. Çünkü en iyi ihtimalle yardım bir kaç güne ulaşır.

Atlantik-Güney Okyanusu- Atlantik: İki Atlantik geçişi çocuk oyuncağıdır Güney Okyanusunu geçen denizci için.

1960'lı yıllardan beri koşulan bu yarışı bitirebilen denizci sayısı 100'ün altında. Uzaya daha çok insan gitti. Ve bu yola çıkıp kaybolan ve hiç bulunamayanlar da var.

***

Eski denizciler sıfırıncı paraleli geçerken bir tören düzenler ve çaylak denizcileri üç defa suya atıp çıkarırlarmış. Bu yelkencilerin hiçbiri çaylak değil tabii :) Ama muhtemelen kendileri için küçük kutlamalar yapacaklar.

Eski denizciler enlemlere çeşitli isimler vermişler: Kükreyen Kırklar, Öfkeli Elliler, Çığlık Atan Altmışlar.

Bir de At Enlemleri var. Kuzey ve Güney yarım kürelerde 30.-35. paraleller arasında kalan bölgelere verilen isim. Yüksek basınç hakimdir, az yağmur alır ve aniden rüzgârlar durur. Eski kabasortalı gemiler için yavaşlama da tehlikelidir. Gemilerde bulunan atların yem istihkakları menzile göre ayarlanır. Hem gemiyi hafifletmek hem de kalan yemi idare etmek için atlar denize atılmaya başlanır.

Denizcilik Terimleri ve Denizci Dili Kaynakçası

Teknecilik Ansiklopedisi , John Vigor, çev. Doğan Çelen-Ali Gündüz, Amatör Denizcilik Federasyonu Amatör Denizci El Kitabı , Sezar Atmaca, A...